• info@aybukeozdag.com.tr
  • 0544 424 8467

BOŞANMA VE AİLE HUKUKU

Boşanma ve aile hukuku son dönemlerde Türkiye’de gündeme gelen en önemli hukuk alanlarından biridir. Boşanma oranlarının artması nedeniyle İzmir Boşanma Avukatı profesyonel anlamda danışmanlık ve dava hizmetleri vermekteyiz.

Aile hukuku, nişanlılık, evlilik, boşanma ve ailenin korunması ve evliliğe ilişkin genel hükümleri; miras hukuku, miras bırakanın vefat etmeden önce yaptığı işlemler ile vefatından sonra mirasçılar arasında hakkın paylaşılmasını kapsamaktayken medeni hukuk ise velayet, vesayet, kayyım, nüfus, yaş, evlatlık, babalık ve diğer genel hükümleri düzenleyen hukuk dalıdır.

Boşanma ve aile hukuku bağlamında vekillik ve danışmanlık hizmetleri olarak yürüttüğümüz çalışmalarımızı aşağıdaki gibi sıralayabiliriz.

 

Dava Vekilliği Hizmetleri

  • Boşanma davaları
  • Velayet davaları
  • Tazminat ve nafaka davaları
  • Babalık davası
  • Çocuk mallarının yönetimi
  • Aile içi şiddet davaları
  • Kişilik haklarına saldırı davaları
  • Aile konutu ve uygulamaları
  • Ailenin korunmasına dair 6284 sayılı Kanundan doğan davalar
  • Mal ortaklığı, ayrılığı, mal rejimleri
  • Mal rejiminde eşlerin yasal alım hakları
  • Mirasın reddi davaları
  • Mirasçı belgesinin alınması
  • Mirasçılık belgesinin iptali davaları
  • Nişan bozulmasından doğan davalar
  • Evlat edinme izin davası
  • Evlenme izni, kadın için bekleme süresinin kaldırılması
  • Nesebin reddi, nesebin tashihi ve babalık davaları
  • Yaş düzeltilmesi ve kazai rüşt davları
  • Tenfis davaları
  • Terekede ihtiyadi tedbirler
  • Terkis ve mirasta iade davaları
  • Vesayet ve kayyım davaları
  • Vasiyetnamenin iptali davaları
  • Danışmanlık Hizmetleri 
  • Velayetin denetlenmesi
  • Vesayetin denetlenmesi
  • Nafaka takibi
  • Uzaklaştırma kararı takibi
  • Aile hukukuna dair korunma önlemlerinin alınması
  • Konut ve mallar üzerindeki hakların denetlenmesi
  • Mirasçılık haklarının korunması ve denetlenmesi
  • Eşler arası yasal sorunların denetimi ve giderilmesi
  • Eşler arası mal rejiminin denetimi ve gerekli önlemlerin alınması

Çekişmeli Boşanma Nedir?

Çekişmeli boşanma davası, eşlerin boşanmanın hukuki sonuçlarında bir anlaşmaya varamamasından doğan bir boşanma çeşididir. Şöyle ki eşler, boşanma davası sonucunda meydana gelen; nafaka, tazminat, velayet gibi konularda herhangi bir mutabakata varamamaktadır. Bunun sonucunda ise boşanma süreci doğal olarak uzamaktadır.

Anlaşmalı Boşanma Nedir?

Anlaşmalı boşanma davası, en az 1 yıl süren evliliklerde, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin açtığı davayı kabul etmesi hâlinde söz konusu olur. Kanun, bu hallerde evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı, taraflar da boşanmada anlaşmışsa evliliğin sürdürülmesinin manasız olduğu kabul edilir.

Anlaşmalı Boşanma Davası Şartları

Anlaşmalı boşanma davası nasıl açılır? Bir yılı dolduran evliliklerde eşlerden birinin açtığı davayı diğerinin de kabul etmesiyle birlikte anlaşmalı boşanma davası söz konusu olur. Eşlerden birinin mahkemeye başvurmaya yeterlidir. Yine de iki eş birlikte anlaşmalı boşanma dava dilekçesi ile mahkemeye başvurabilir. Ayrıca dilekçeye anlaşmalı boşanma protokolü de eklenmelidir. Bunun akabinde tensip zaptı hazırlanarak eşlere duruşma günü bildirilir.

Anlaşmalı boşanma davası ile boşanmak için tarafların ve evlilik birliğinin belli şartları karşılaması gereklidir. Bu şartları şöyle sıralamak mümkündür:

  • Anlaşmalı boşanma davası için evliliğin 1 yılı doldurmuş olması gerekir.
  • Buna ek olarak tarafların mahkemeye beraber başvurması ya da taraflardan birinin açtığı davayı diğerinin kabul etmesi şarttır.
  • Anlaşmalı boşanma davası sırasında eşler, hakim karşısında boşanma iradelerini yeniden ve açık bir biçimde ifade etmelidir.
  • Anlaşmalı boşanma protokolü ile belirlenen zorunlu şartlar kanunlara uygun olmalı ve hakim tarafından da uygun bulunmalıdır.

Bunlara ek olarak boşanma kararının verilebilmesi için hakimin eşleri yine de dinlemesi şarttır. Çünkü anlaşmalı boşanma davası açmak için tarafların özgür iradeleriyle boşanmayı kabul etmeleri gerekir. Buna ek olarak anlaşmalı boşanma protokolü ile eşlerin belirlediği mali konular ve çocukların velayeti ile ilgili durumların da kanuna uygun olması zorunludur.

Anlaşmalı Boşanma Protokolü Nedir?

Anlaşmalı boşanma protokolü, tarafların özgür iradeleriyle belirledikleri boşanma şartlarını içerir. Anlaşmalı boşanma protokolü; boşanma sonucundaki mali durumlar ve çocukların velayeti hakkında bilgi içermek zorundadır. Ancak bunların dışındaki konular da anlaşmalı boşanma protokolü ile karara bağlanabilir.

Anlaşmalı boşanma protokolü içerisinde belirtilen konuların gereken şartları sağlamadığı anlaşıldığında davanın çekişmeli boşanma davasına dönüşmesi söz konusudur.

Boşanma Avukatı Ücreti

İzmir Boşanma Avukatı Ücreti, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nde (AAÜT)  Aile Mahkemeleri için ayrıca bir ücret belirtilmediği için "Asliye Mahkemelerinde takip edilen davalar için" 2023 yılında alt sınır 9.200 TL olarak belirlenmiştir. Anlaşmalı boşanma veya çekişmeli boşanma durumuna göre avukatlık ücreti değişkenlik göstermektedir. İzmir'de boşanma avukatı hizmeti almak için hukuk büromuz ile iletişime geçebilirsiniz.

 

Dava Dilekçe Örnekleri

Ziynet Eşyalarının İadesi Dava Dilekçesi

Nafakanın Kaldırılması Davası Cevap Dilekçesi

Mal Rejimi Dava Dilekçesi

 

Örnek Yargıtay Kararları

Boşanma davasında eşlerden birinin özel hayatının gizliliğini ihlal ederek alınmış olan ve mahkemeye sunulan video görüntüleri, hukuka aykırı delil olduğundan hükme esas alınamaz.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi

2020/2359 E.  2020/3302 K.

 

Mahkemece kadın eş tarafından dosyaya delil olarak sunulan CD, hükme esas alınarak erkek eşe sadakatsiz davrandığı vakıası kusur olarak yüklenilmişse de CD'nin erkeğin "Özel hayatının gizliliği" ihlal edilmek suretiyle hukuka aykırı yolla elde edildiği anlaşılmaktadır.

Hukuka aykırı delil hükme esas alınamaz. CD'nin hukuka aykırı delil niteliğinde olması sebebiyle erkek eşe sadakat yükümlülüğüne aykırı davranış vakıasının kusur olarak belirlenmesi doğru görülmemiştir.


Kadın eşin giyim tarzına, gideceği toplantılara ve görüşeceği kişilere müdahalelerde bulunarak sosyal şiddet uygulamak, eve, çocuklara ve eşe ilgi göstermemek boşanma sebebidir.  

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi
2020/1135 E. 2020/2210 K.

 

Somut olayda; davacı erkeğin dava dilekçesinde “baskın bir karakter olarak sürekli kendi dediklerini dikte etmeye çalıştığı” vakıası belirtildiği gibi davalı kadın usulüne uygun şekilde tebliğ edilen ön inceleme duruşmasına da mazeretsiz katılmamış, erkek bu ön inceleme duruşmasında ise “çocuklarla ve evle ilgilenmediği” vakıalarına dayanmıştır. Gerçekleşen bu durum karşısında ilk derece mahkemesince belirlenen eşinin giyim tarzına, gideceği toplantılara ve görüşeceği kişilere müdahalelerde bulunarak sosyal şiddet uyguladığı" evi, çocukları ve eşi ile ilgilenmediği” vakıaları hükme esas alınabilir.


Yoksulluk nafakası isteminde bulunan eşin diğer eşten daha az kusurlu olması gerekir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu        

2017/2647 E.   2021/1161 K.

 

Somut olaya göre; tarafların 27.05.1999 tarihinde evlendikleri, bu evlilikten ortak iki çocuklarının bulunduğu, erkeğin eve sık sık alkollü gelmek suretiyle kusurlu olduğu, 

buna karşılık kadın eşin ise; tarafların ortak çocuğu Ceren’in beyanları ile sabit olduğu üzere, kayınvalidesine ağır küfürler ettiği ve sadakat yükümlülüğüne aykırı davrandığı anlaşılmaktadır.

Gerçekleşen bu kusurlu davranışlar karşılaştırıldığında tarafların kusurlarının birbirine denk olduğundan bahisle, eşit kusurlu sayılamayacakları, boşanmaya sebep olan olaylarda kadının ağır, erkeğin ise az kusurlu olduğu hususu tartışmasızdır. Hâl böyle olunca tarafların eşit kusurlu olduğunun kabulü ile dosya kapsamına uygun düşmeyen bu kusur belirlemesine bağlı olarak kadın eş yararına yoksulluk nafakasına hükmedilmesi ve ayrıca erkek eşin tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi açıklanan yasal düzenleme ve ilkelere uygun değildir.


Velayet ile ilgili davalarda uzmanların ortak çocuk ile görüşmesi ve eğitim, kültür ve yaşam olanakları bakımından hangi ebeveyni ile nerede yaşamak istediğini sorması gerekmektedir.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi  

2021/6633 E. 2021/8179 K.

 

Somut olayda uyuşmazlık,

babanın hükümlülük sebebiyle cezaevinde ve vesayet altında olduğu, bu durumda velayet görev ve sorumluluğunu yerine getiremeyeceği, mahkumiyetine ilişkin ceza mahkemesi kararında da Türk Ceza Kanununun 53. maddesi gereğince alt soyu üzerindeki velâyet hakkını kullanmaktan yoksunluğuna karar verilmiş olduğu nazara alındığında müşterek çocuğun velâyetinin davalı babaya verilmesinin doğru olmadığı gerekçesiyle uzman raporu alınarak velâyetin velayet hakkını talep etmeyen anneye verilmesinin çocuğun menfaatine olup olmayacağıdır. 

Velâyet düzenlemesi yapılırken; göz önünde tutulması gereken temel ilke, çocuğun "üstün yararı” (Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme m.3; Çocuk Haklarının Kullanılmasına ilişkin Avrupa Sözleşmesi m. 1; TMK m. 339/1. 34.3/1, 346/1; Çocuk Koruma Kanunu m. 4/b) dır. 

Çocuğun üstün yararını belirlerken; onun bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlaki ve toplumsal gelişiminin sağlanması amacının gözetilmesi gereklidir. Ana ve babanın yararları; ahlaki değer yargıları, sosyal konumları gibi durumları, çocuğun üstün yararını etkilemediği ölçüde göz önünde tutulur. 

Velâyet düzenlemesi kamu düzenine ilişkin olup, resen araştırma ilkesi geçerlidir. Bu nedenle yargılama sırasında meydana gelen gelişmelerin bile göz önünde tutulması gerekir.

Tarafların davayı kabulü de tek başına hukuki sonuç doğurmaz.

Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin 12. ve Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesinin 3. ve 6. maddeleri idrak çağındaki çocukların kendilerini ilgilendiren konularda görüşünün alınması ve görüşlerine gereken önemin verilmesini öngörmektedir. 

Çocuğun üstün yararı gerektirdiği takdirde, görüşlerinin aksine karar verilmesi mümkündür. Bu sebeple gerekirse inceleme tarihi itibariyle idrak çağında bulunan çocuğun talimat yolu ile velâyet konusundaki görüşü de alınmak suretiyle; 4787 sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanunun 5. maddesi gereğince, aile mahkemesi bünyesinde bulunan psikolog, pedagog ve sosyal çalışmacıdan oluşan uzmanlardan yeniden inceleme ve rapor istenip, ebeveyn ve ortak çocuk ile görüşülmek suretiyle ortak çocuğun eğitim, kültür, yaşam olanakları bakımından nerede yaşamak istediği konusunda bilgilendirilerek velâyet hakkındaki görüşünün uzmanlar tarafından alınması, davacı annenin barınma, gelir, sosyal ve psikolojik durumuna göre çocuğun sağlıklı gelişimi ve bakımı için velâyeti üstlenmeye engel bir durumunun bulunup bulunmadığının araştırılması ve toplanan diğer delillerler birlikle değerlendirilmek suretiyle, velâyet ve kişisel ilişki konusunda bir karar verilmesi gerekir.


Eşlerden birinin kişisel malını satarak evlilik birliği içinde yeni bir mal edinmesi halinde; evlilik birliği içinde edinilen malın edinme tarihindeki değerinin ne kadarlık kısmının kişisel mal ile karşılandığı denetime elverişli bir bilirkişi raporu ile tespit edilmelidir.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi  

2021/5355 E. 2021/8698 K.

 

Somut olay, tarafların edinilmiş mallara katılma rejimi alacağına ilişkindir.

Dava konusu dolmuş hattından önce davalı erkek adına olan dava dışı dolmuş hattının kişisel mal olduğu ve dava konusu dolmuş hattının yarısının satışından elde edilen para ile 5 parsel sayılı taşınmaz üzerine bina yapıldığına yönelik davada kişisel mal olan dava dışı dolmuş hattının dava konusu dolmuş hattının edinilmesindeki oranı yani edinilmiş mal olan dava konusu dolmuş hattına kişisel mal olan önceki dava dışı dolmuş hattıyla yapılan katkıya ilişkin denkleştirme yönünden yapılan araştırma ve inceleme yeterli değildir. 

Şöyle ki, dava dışı kişisel mal olan dolmuş hattının üzerine bir miktar verilerek dava konusu dolmuş hattının edinildiği sabit olup dava konusu dolmuş hattının edinme tarihindeki değerinin ne kadarlık kısmının dava dışı kişisel mal olan dolmuş hattı ile karşılandığı denetime elverişli bilirkişi raporu ile belirlenmemiştir. O halde, mahkemece dava dışı dolmuş hattının dava konusu dolmuşun edinme tarihindeki değeri ile dava konusu dolmuşun edinme tarihindeki değeri yönünden ilgili tüm kurum/kuruluşlara (ilgili taşıma kooperatifleri, ticaret ve sanayi odaları, belediyeler, vergi dairesi, noterler, v.s.) yazı yazılarak sorulması,

gerekirse hat satışına yönelik internet sitelerinden araştırma yapılması, 

sonucuna göre kişisel malla yapılan denkleştirme oranı belirlenerek dava konusu dolmuş hattı ve dava konusu dolmuş hattının yarısının satışından elde edilen para ile yapılan 5 parsel sayılı taşınmazdaki bina yönünden artık değere katılma alacağına karar verilmesi gerekir.


 Boşanmayı isteyebilmek için tamamen kusursuz ya da az kusurlu olunması gerekmemekte olup sadakat yükümlülüğüne aykırı davranan eş, fiziksel şiddet uygulayan eşten daha ağır kusurludur.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu

2017/3156 E. , 2021/1209 K.

 

"Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık;

Dosya kapsamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde; 

tarafların 24.10.1982 tarihinde evlendikleri, Serpil ve Atakan isminde ergin iki çocuklarının bulunduğu, bu çocukların davalı kadın eşin tanığı olarak dinlendiği, beyanlarında “babalarının 2005 yılından itibaren Şerife isimli bir kadınla beraberliğinin olduğunu, uzun yıllardır bu kadınla birlikte yaşadığını, tarafların bu nedenle kavga ettiklerini, babalarının şirkette bulunan hisselerini eşit oranda kendilerine devrettiğini, bunun sebebinin ise bazı ticari işlemler nedeniyle eş imzası gereken durumlarda annelerinin bu imzayı vermemesi nedeniyle şirketin zarara uğraması olduğunu, gözlemlerine göre her iki tarafın da kusurlu olduğunu” söyledikleri, Karabük 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 07.06.2011 tarihli ve 2010/1093 E., 2011/445 K. sayılı kararına konu 06.10.2010 günü yaşanan kavgada haksız tahrik altında olsa bile kadının, eşinin yüzünü tırnağı ile yırttığı gerekçesiyle cezalandırılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.

 

Tüm bu anlatılanların ışığı altında, sadakat yükümlülüğüne aykırı davranışıyla ağır kusurlu davacı karşısında, eşiyle kavga eden ve kavga esnasında tırnağı ile eşinin yüzünü yaralayan davalı kadın az da olsa kusurludur. 

 

TMK’nın 166/2. maddesine göre boşanmayı isteyebilmek için tamamen kusursuz ya da az kusurlu olunması gerekmeyip daha fazla kusurlu bulunan tarafın dahi dava hakkı bulunmaktadır. Ne var ki, böyle bir durumda az kusurlu eşin davaya itiraz hakkı bulunmaktadır. Yapılan düzenlemeyle davalıya bu yolla bir itiraz hakkı tanınmış olmakla birlikte, bu hakkın kötüye kullanılmasının yaptırımı da aynı hükümde belirtilmiştir. Gerçekten de, TMK’nın l66/2. maddesinin son cümlesine göre yapılan itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilmesi gerekmektedir.

 

İzah edilen sebeplerle; boşanmaya sebep olan olaylarda davacının ağır, davalının ise az kusurlu olduğu, böyle bir durumda az kusurlu eşin boşanmaya karşı çıkmasının tek başına boşanma kararı verilmesini engellemeyeceği, eğer ki az kusurlu eşin karşı çıkması hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise veya eş ve çocuklar için korunmaya değer bir yararın kalmadığı anlaşıldığı takdirde boşanmaya hükmedilmesi gerektiği, davalının ağır tahrik altında da olsa eşine fiziksel şiddet uyguladığı, bu nedenle az da olsa kusurunun bulunduğu, ortak çocukların beyanlarından anlaşılacağı üzere mevcut evlilik birliğinin eşler ve çocuklar yönünden korunmaya değer bir yararının kalmadığı, somut olayda davalının davaya karşı çıkmasının hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğu, hâl böyle olunca taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkân vermeyecek nitelikte geçimsizliğin var olduğu, olayların akışı karşısında davacının dava açmakta haklı olduğu ve bu şartlar altında eşleri birlikte yaşamaya zorlamanın kanunen mümkün olmadığı açıktır.

 

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında kadın eşin boşanmaya sebep olan olaylarda tepki niteliğinde sayılabilecek kusurlu bir davranışının dâhi bulunmadığı, dolayısıyla tam kusurlu davacının davasının reddine karar verilmesinin sonucu itibari ile isabetli olduğu, mahkemece verilen direnme kararının bu değişik gerekçe ile onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş, Kurul çoğunluğunca yukarıda belirtilen nedenlerle benimsenmemiştir."


Yoksulluk nafakası, o günün ekonomik koşullarında tarafların sosyal ve mali durumları ile yaşam tarzları değerlendirilerek hakim tarafından takdir edilir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu

2017/455 E. , 2019/1084 K.

 

Dava, yoksulluk nafakasının kaldırılması istemine ilişkindir.

Davacı vekili, daha önce işsiz olan davalı eski eşin sigortalı olarak çalışmaya başladığını ileri sürerek, ödediği aylık 240TL yoksulluk nafakasının kaldırılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, dava tarihi itibariyle geçim şartları gözetildiğinde müvekkilinin aylık 240TL nafaka ve asgari ücret düzeyinde gelir elde etmesinin müvekkilinin yoksulluğunu ortadan kaldırmayacağını, önceki nafakanın kaldırılması davasının reddedilmiş olmasının davacıya geriye dönük nafakanın kaldırılmasını talep hakkı vermeyeceğini savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 4. ve 176/3.-4. maddelerine göre yoksulluk nafakasının tamamen kaldırılmasına mı, yoksa indirilmesine mi karar verilmesi gerektiği noktasında toplanmaktadır.

Mahkemece direnme kararı gerekçesinde ilk karardaki gerekçeden farklı olarak “…nafakanın karşı tarafı cezalandırılma aracı olarak kullanılamayacağı, ülkemizde asgari ücretle geçinen ve eşi çalışmayan çok sayıda ailenin de bulunduğu…” gerekçesine yer verilmiştir. 

Öncelikle belirtilmelidir ki, yoksulluk nafakası, boşanma ile yoksulluğa düşecek olan eş için verilen bir nafaka türü olup, söz konusu bu nafaka boşanma davası kesinleştikten sonra işlemeye başlar.

Yoksulluk nafakası boşanmanın eşlerle ilgili mali sonuçlarından biri olup, 4721 sayılı TMK’nın 175. maddesinde:

“Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir.

Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.” şeklinde düzenlenmiştir.

TMK'nın “Tazminat ve nafakanın ödenmesi” başlıklı 176. maddesi ise
“Maddi tazminat ve yoksulluk nafakasının toptan veya durumun gereklerine göre irat biçiminde ödenmesine karar verilebilir.

Manevi tazminatın irat biçiminde ödenmesine karar verilemez.

İrat biçiminde ödenmesine karar verilen maddi tazminat veya nafaka, alacaklı tarafın yeniden evlenmesi ya da taraflardan birinin ölümü halinde kendiliğinden kalkar; alacaklı tarafın evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi yaşaması, yoksulluğunun ortadan kalkması ya da haysiyetsiz hayat sürmesi halinde mahkeme kararıyla kaldırılır.

Tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hallerde iradın artırılması veya azaltılmasına karar verilebilir.

Hâkim, istem halinde, irat biçiminde ödenmesine karar verilen maddi tazminat veya nafakanın gelecek yıllarda tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre ne miktarda ödeneceğini karara bağlayabilir.”
Hükmünü içermektedir.

TMK’nın 175. maddesinde geçen “yoksulluğa düşecek” kavramından ne anlaşılması gerektiği konusunda yasal bir tanımlama olmaması karşısında bu husus yargısal uygulamada kurallara bağlanmıştır.

Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.10.1998 tarih ve 1998/2-656 E., 688 K.; 16.05.2007 tarih ve 2007/2-275 E., 275 K.; 11.03.2009 tarih ve 2009/2-73, 2009/118 K. sayılı kararlarında; “yeme, giyinme, barınma, sağlık, ulaşım, kültür, eğitim” gibi bireyin maddi varlığını geliştirmek için zorunlu ve gerekli görülen harcamaları karşılayacak düzeyde geliri olmayanların “yoksul” kabul edilmesi gerektiği benimsenmiştir.

Ayrıca madde metninden de anlaşıldığı üzere yoksulluk nafakası isteminde bulunan tarafın kusurunun daha ağır olmaması gerekmektedir.
Ancak yoksulluk nafakası, boşanmadan sonra yoksulluğa düşecek olan tarafı koruma amacına yönelik olduğu içindir ki, boşanmış olan yoksul tarafa verilecek olan yoksulluk nafakası, hiçbir surette diğer tarafa yükletilen bir ceza veya tazminat niteliğinde olmayacaktır. Şayet böyle olsaydı, sadece boşanmada kusuru olan eşten istenebilmesi gerekirdi.

Oysa ki, maddede açıkça belirtildiği gibi, kusursuz eş dahi yoksulluk nafakası ödemekle yükümlüdür. Yoksulluk nafakası, bir bakıma evlilik birliği devam ettiği sürece söz konusu olan karşılıklı bakım ve geçindirme ödevinin devam ettirilmesi anlamını taşımaktadır (Akıntürk, T./Ateş, D.: Aile Hukuku, C.2, İstanbul 2019, s. 302).

Bunun yanında, yoksulluk nafakası istenebilmesi için istemde bulunan tarafın boşanma yüzünden yoksulluğa düşme tehlikesiyle karşılaşmış bulunması şarttır. Başka bir ifadeyle, geçimini kendi mali kaynakları ve çalışma gücüyle sağlama imkânından yoksun olan taraf diğer koşulları da varsa yoksulluk nafakası talep edebilecektir.

Öte yandan, yoksulluğun ortadan kalkması hâlinde mahkemece nafakanın kaldırılmasına karar verilebileceği gibi, tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hâllerde iradın artırılması veya azaltılmasına da karar verilebilir. Diğer bir anlatımla iradın arttırılması veya azaltılması için tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin bunu gerektirmesi aranmaktadır.

Yargıtay'ın yerleşik kararlarında “asgari ücret seviyesinde gelire sahip olunması” yoksulluk nafakasının bağlanmasını olanaksız kılan bir olgu olarak kabul edilmemektedir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 26.12.2001 tarih ve 2001/2-1158 E., 1185 K; 01.08.2002 tarih ve 2002/2-397 E., 339 K.; 28.02.2007 tarih ve 2007/3-84 E., 95 K.; 16.05.2007 tarih ve 2007/2-275E., 275 K.; 11.03.2009 tarih ve 2009/2-73 E, 2009/118 K.; 13.05.2009 tarih ve 2009/3-165 E., 2009/186 K.; 04.05.2011 tarih ve 2011/2-155 E., 2011/278 K. sayılı kararları).
Hatta, asgari ücretin biraz üzerinde gelire sahip olunması dahi yoksulluk nafakasının bağlanmasını imkânsız kılmaz.
Ne var ki, asgari ücret seviyesinde veya biraz üzerinde gelir elde edilmesi yoksulluk nafakası bağlanmasına engel değilse de bu durumun nafaka miktarının tespitinde esas alınacağı da unutulmamalıdır.

Yoksulluk durumu günün ekonomik koşulları ile birlikte, tarafların sosyal ve ekonomik durumları ve yaşam tarzları değerlendirilerek takdir edilmelidir. Yoksulluk nafakası ahlakî ve sosyal düşüncelere dayanır.
Yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde somut olaya gelindiğinde, tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına ilişkin bilgiler incelendiğinde boşanma davası sırasında herhangi bir işi ve geliri bulunmayan davalı lehine yoksulluk nafakasına hükmedildikten sonra bir özel güvenlik şirketinde olarak asgari ücret karşılığında 01.01.2010 tarihinden itibaren çalışmaya başladığı, SGK kaydına göre dava açıldığı tarihteki aylık ücretinin 1.401,18TL olduğu, 300TL karşılığında kirada oturduğu, bakmakla yükümlü olduğu kimsenin bulunmadığı; nafaka yükümlüsü davacının ise binbaşı olarak görev yaptığı, aylık 3.473TL maaş aldığı, askeri lojmanda 349TL karşılığında oturduğu, İzmir-Bornova’da 1+1 dairesi ve Isparta ili Y.Bademli ilçesinde tarlasının olduğu, yeniden evlenmiş olup bir çocuk babası olduğu anlaşılmaktadır.

Tarafların gelir durumları karşılaştırıldığında davacının düzenli ve yeterli gelirinin olduğu, bir evi ve tarlasının bulunduğu, davalının ise asgari ücretin biraz üzerinde ücret ile çalışmaya başlamış olsa da bu hâliyle tarafların gelir durumlarının birbirine denk olmadığından ve davalının boşanma nedeniyle yoksulluğu ortadan kalkmadığından, yoksulluk nafakasının tamamen kaldırılmasına hükmedilemez. Ancak davalı kadının çalışmaya başladığı nazara alındığında, nafaka takdir edilirken taraflar arasında mevcut olan dengenin davalı lehine olumlu yönde değiştiği dikkate alınarak, TMK’nın 4. maddesinde belirtilen hakkaniyet ilkesi gereğince nafakanın uygun bir miktarda indirilmesine karar verilmesi gerekir.


 

Velayet davalarında, ortak çocuğun velayetine yönelik psikolog, pedagog ve sosyal çalışmacıdan oluşturulacak heyete inceleme yaptırılarak ortak çocuğun fiilen bulunduğu yerin barınma ve yaşama koşullarını da değerlendirir içerikte sosyal inceleme raporu alınması, idrak çağında olan çocuğun beyanı da alınmak sureti ile toplanılan tüm deliller birlikte değerlendirilerek ebeveynlerinden hangisi yanında kalmasının çocuğun menfaatine olacağı tespit edilir.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi

2021/10606 E., 2022/1746 K.

 

Velayetin düzenlenmesinde asıl olan çocuğun üstün yararıdır. 4787 Sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanunun 5. maddesi gereğince aile mahkemesi bünyesinde bulunan psikolog, pedagog ve sosyal çalışmacıdan oluşan uzmanlardan, her iki ebeveyn ve çocukla görüşmek suretiyle inceleme ve rapor istenip; tarafların barınma, gelir, sosyal ve psikolojik durumlarına göre çocuğun sağlıklı gelişimi için velayeti üstlenmeye engel bir durumun bulunup bulunmadığının araştırılması, mahkemece çocuk ya da çocukların bizzat dinlenerek, görüşü alınıp ve diğer deliller de göz önüne alınmak suretiyle ebeveynlerinden hangisi yanında kalmasının çocuk ya da çocukların menfaatine olacağı tespit edilerek velayet konusunda bir karar verilmesi gerekir.

Velayet düzenlemesinde; çocukla ana ve baba yararının çatışması halinde, çocuğun yararına üstünlük tanınması gereklidir. Çocuğun yararı ise; çocuğun bedensel, fikri ve ahlaki bakımdan en iyi şekilde gelişebilmesi ve böyle bir gelişmenin gerçekleştirilmesi için, çocuğa sosyal, ekonomik ve kültürel koşulların sağlanmış olmasıdır. Çocuğun bu konulardaki üstün yararını belirlerken; çocuk yetişkin biri olmuş olsaydı, kendisini ilgilendiren bir olayda, kendi yararı için ne gibi bir karar verebilecekti ise, çocuk için karar verme makamındaki kişinin de aynı yönde karar verilmesi gerekir. Yani çocuğun farazi düşüncesi esas alınacaktır. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin 12. maddesiyle Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesinin 3. ve 6. maddeleri, iç hukuk tarafından yeterli idrake sahip olduğu kabul edilen çocuklara, kendilerini ilgilendiren davalarda görüşlerini ifade etmeye olanak tanınmasını ve görüşlerine gereken önemin verilmesi gerektiğini öngörmektedir. Çocukların üstün yararı gerektirdiği takdirde görüşlerinin aksine karar verilmesi mümkündür. Velayet hususu, çocukları ilgilendiren konuların en başında gelir. Dosya kapsamından ortak çocuğun velayetine yönelik rapor alınmadığı yeterli araştırmaların yapılmadığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle ortak çocuğun velayetine yönelik psikolog, pedagog ve sosyal çalışmacıdan oluşturulacak heyete inceleme yaptırılarak (4787 Sayılı Kanun m. 5), ortak çocuğun fiilen bulunduğu yerin barınma ve yaşama koşullarını da değerlendirir içerikte sosyal inceleme raporu alınması, idrak çağında olan çocuğun beyanı da alınmak sureti ile toplanılan tüm deliller birlikte değerlendirilerek ebeveynlerinden hangisi yanında kalmasının çocuğun menfaatine olacağı tespit edilip, sonucuna göre karar verilmek üzere hükmün bozulması gerekmiştir.


Tarafların ekonomik ve sosyal durumları gözetilerek dava tarihinden geçerli olmak üzere kadın ve ortak çocuk yararına uygun miktarda tedbir nafakasına hükmedilmesi gerekir.

YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ

2022/4819 E., 2022/6758 K.

 

Davalı kadın, kendisi ve ortak çocuk B. lehine tedbir nafakasına hükmedilmemiş olmasını istinaf ve temyiz kanun yolu başvurularına konu yapmıştır. Dosya kapsamındaki sosyal ve ekonomik durum araştırmasına göre, kadının işi ve geliri bulunmamaktadır. Kadın, dava dilekçesinde ortak çocuğun masraflarını karşılamakta güçlük çektiğini belirtmiştir. Bölge adliye mahkemesi kararında kadının tedbir nafakası talebi bulunmadığı belirtilmişse de; boşanma veya ayrılık davası açılınca hakim, davanın devamı süresince, gerekli olan özellikle eşlerin barınmasına (TMK m. 186/1), geçimine (TMK m. 185/3), malların yönetimine (TMK m. 223, 242, 244, 262, 263, 264, 267, 215) ve çocukların bakım ve korunmasına (TMK m. 185/2) ilişkin geçici önlemleri kendiliğinden(re'sen) almak zorundadır (TMK m.169). O halde; Türk Medeni Kanunu'nun 185/3. ve 186/3. maddeleri uyarınca, tarafların ekonomik ve sosyal durumları da gözetilerek dava tarihinden geçerli olmak üzere davalı kadın ve ortak çocuk B. yararına uygun miktarda tedbir nafakasına hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi usul ve kanuna aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.


Kadın boşanma nedeniyle yoksulluğa düşmeyecek ise yoksulluk nafakası talebinin reddi gerekir.

YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ  

2022/4654 E., 2022/6813 K.

 

Dosyanın incelenmesinden, davacı kadının çalıştığı, sürekli ve düzenli geliri olduğu tespit edildiğinden boşanma nedeniyle yoksulluğa düşmeyeceği anlaşılmaktadır. Türk Medeni Kanunu'nun 175. maddesi koşulları davacı kadın yararına oluşmamıştır. Davacı kadının yoksulluk nafakası isteminin reddi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir.


Tarafların ekonomik ve sosyal durumları, boşanmaya yol açan olaylardaki kusur dereceleri, paranın alım gücü, kişilik haklarına yapılan saldırı dikkate alınarak tazminat ve nafakaya karar verilir.

 

YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ

Esas Numarası: 2022/6152

Karar Numarası: 2022/8506

Karar Tarihi: 25.10.2022

 

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı kadın tarafından tazminatlar ile nafakaların miktarı, kişisel ilişki ve nafakalara ÜFE artışına hükmedilmemesi yönünden; davalı erkek tarafından kusur belirlemesi, reddedilen ve aleyhe hükmedilen tazminatlar, kadın lehine hükmedilen nafakalar ve velâyet yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre davalı erkeğin tüm, davacı kadının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.

2-Tarafların tespit edilen ekonomik ve sosyal durumları, boşanmaya yol açan olaylardaki kusur dereceleri, paranın alım gücü, kişilik haklarına yapılan saldırı ile ihlâl edilen mevcut ve beklenen menfaat dikkate alındığında davacı kadın yararına takdir edilen maddî ve manevî tazminat azdır. Türk Medeni Kanunu'nun 4. maddesindeki hakkaniyet ilkesi ile Türk Borçlar Kanunu'nun 50 ve 51. maddesi hükümleri dikkate alınarak daha uygun miktarda maddî (TMK m. 174/1) ve manevî (TMK m. 174/2) tazminat takdiri gerekir. Bu yönler gözetilmeden hüküm tesisi doğru bulunmamıştır.

3-Tarafların gerçekleşen sosyal ve ekonomik durumlarına, nafakanın niteliğine, günün ekonomik koşullarına göre davacı kadın yararına takdir edilen yoksulluk nafakası azdır. Mahkemece Türk Medeni Kanunu’nun 4. maddesindeki hakkaniyet ilkesi de dikkate alınarak daha uygun miktarda nafakaya hükmedilmesi gerekir. Bu yön gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve kanuna aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.

4-Tarafların gerçekleşen sosyal ve ekonomik durumlarına, nafakanın niteliğine, günün ekonomik koşullarına göre ortak çocuk ... ... yararına takdir edilen iştirak nafakası azdır. Mahkemece Türk Medeni Kanunu'nun 4. maddesindeki hakkaniyet ilkesi de dikkate alınarak daha uygun miktarda iştirak nafakasına hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir.


Erkeğin eşine sürekli olarak ağır hakaret etmesi, fiziksel şiddet uygulaması, ortak konutu terk ederek eşi ve çocuğu ile ilgilenmemesi, ağır kusurdur.

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU 

2019/523 E., 2022/1271 K.

 

Mahkeme ile Özel Dairenin de kabulünde olduğu üzere, boşanmaya sebep olan olaylarda, erkeğin; eşine sürekli olarak ağır hakaretler ettiği, eşine fiziksel şiddet uyguladığı, ortak konutun kapısını tekmelediği, ortak konutu terk ederek eşi ve çocuğu ile ilgilenmediği, “çocuğu alsın bu evden s..ktirip gitsin, boşanma davası açsın, er geç bu evden onu atacağım” diyerek eşinin ortak konuttan gitmesini istediği, buna karşılık kadının da; eşine ağır hakaretler ettiği, eşinin önceki evliliğinden olan çocuklarını görmek istemediği, birlik görevlerini ihmal ettiği, eşini arkadaşlarının yanında ve işyerinde küçük düşürecek davranışlar sergilediği hususlarında uyuşmazlık bulunmamaktadır. 

Uyuşmazlık öncelikli olarak; eşler arasında fiili ayrılığın başladığı 14.05.2011 tarihinden, 22.09.2011 tarihinde gerçekleşen darp olayına kadar geçen sürede kadının sözle, mesaj yoluyla ve dahi başkalarını araya sokarak, eşine “evine dön, her şeye yeniden başlayalım, olanları unutalım, çocuğumuz var, bu evliliği bitirmek istemiyorum” şeklindeki beyanlarının “af niteliğinde” sayılıp sayılmayacağı hususudur. 

Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, kadının; 14.05.2011 tarihinde eşinin evi terk etmesi üzerine, evlilik birliğini kurtarmak amacıyla sunmuş olduğu barışma önerisi, ortak hayatın yeniden kurulması için iyi niyetli bir girişim olup, erkek eş tarafından kabul edilmemiştir. Kadın eşin iyi niyetli teklifi sonrasında taraflar arasında barışma gerçekleşerek ortak hayat yeniden kurulmadığı gibi erkek eş tarafından böyle bir iddianın ileri sürülmemiş olduğu gözetildiğinde kadın eşin bu eyleminin “af” olarak nitelendirilmesi somut olayın özelliğine uygun düşmemektedir. Eş anlatımla barışma girişimi kabul ile sonuçlanmadığından, 

Özel Daire bozma kararında belirtildiği üzere kadının, erkeğin önceki kusurlu davranışlarını affettiğinden söz etme olanağı bulunmamaktadır. 

Nitekim aynı ilkeler HGK’nın 11.11.2020 tarihli ve 2020/2-244 E., 2020/881 K.; 18.01.2022 tarihli ve 2019/2-92 E., 2022/13 K. sayılı kararları ile de benimsenmiştir.

Hâl böyle olunca; 31.05.2009 tarihinde evlenen ve ortak bir çocukları olan eşler arasında gerçekleşen evlilik süresince; erkeğin eşine sürekli olarak ağır hakaret etmesi, fiziksel şiddet uygulaması, ortak konutu terk ederek eşi ve çocuğu ile ilgilenmemesi ve yukarıda aynen verilen sözleri söyleyerek, eşinin ortak konuttan gitmesini istemesi karşısında kadının da; eşine ağır hakaret etmesi, eşinin önceki evliliğinden olan çocuklarını görmek istememesi, birlik görevlerini ihmal etmesi eşini arkadaşlarının yanında ve işyerinde küçük düşürecek davranışlar sergilediği anlaşılmakta olup, eşlerin kusurları birbiri ile kıyaslandığında boşanmaya sebep olan olaylarda erkek eşin ağır kusurlu olduğunun kabulü ile kadın eş yararına TMK’nın 174. maddesinde yer alan maddi-manevi tazminat ile 175. maddesinde yer alan yoksulluk nafakası şartları oluşmuştur.


Özdağ Hukuk & Danışmanlık Bürosu uzman avukatları olarak listelenen alanlarda ve diğer özel durumlara ilişkin alanlarda müvekkillerine etkin hukuki danışmanlık ve dava takibi hizmeti sunmaktayız. Yukarıda kısaca belirttiğimiz açıklamalardan sonra bize ulaşmak isterseniz Whatsapp için Tıklayın veya müvekkil hattımız olan 0544 424 84 67 numaralı telefonumuzdan ulaşabilirsiniz.

Bu İnternet Sitesi içeriğinde yer alan tüm eserler (yazı, resim, görüntü, vb.) Avukat Aybüke Özdağ'a ait olup 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu kapsamında korunmaktadır. Bu hakları ihlal eden kişiler, 5846 sayılı Fikir ve Sanat eserleri Kanunu ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan hukuki ve cezai yaptırımlara tabi olur. Avukat Aybüke Özdağ, ilgili yasal işlem başlatma hakkına sahiptir.

Hukuki konuda danışmanlığa ihtiyacınız mı var? (H.içi 09:00 - 18:00)